20.2.11

Joseph Thomson'in ayak izlerinde, Baringo ve Bogoria...



Kenya'da henüz kesfetmedigimiz yerleri kesfetmek niyetiyle bu sefer de Joseph Thomson'in pesine takiliyoruz. Rotamiz Büyük Rift Vadisi'nin göbegindeki, Kenya'nin ikinci büyük gölü 130 km2 yüzölçümlü Baringo'ya ve Rift Vadisi'nin mücevheri diye adlandirilan Boringo Gölü'ne çevrili. Kenya'nin birinci büyük gölü mü hangisi? Insanligin atalari hominidlerin milyonlarca yil önce kiyilarinda yasadigi, Kenya'in kuzeyindeki insanligin besigi diye de adlandirilan bölgedeki Turkana Gölü.




Tahmin etmeye çalisiyorsunuz sanki bu J. Thomson da kimdir diye. Hayir bilemediniz, J.Thomson bu turdaki rehberimiz degil. J.Thomson 1883 yilinda Baringo ve güneyindeki Bogoria Göllerini ilk kesfeden muzungu, yani beyaz insan. O dönemde zaten her su birikintisini, gayzeri, selaleyi bir beyaz insan kesfetmis ve o mekanlar halen bu beyazlarin isimleriyle anilmaya devam etmekte günümüzde. Ilk kesfedileli üzerinden yaklasik 130 sene geçmis olan bu bölgeyi bir de biz kesfedelim deyip yola koyuluyoruz. Nairobi Baringo arasi yaklasik 280 km kadar. Nakuru'ya vardiktan sonra Marigat yönünde ilerliyorsunuz. Zaten panolar sizi Baringo Gölü kiyisina kadar götürüyor. Yolda sasirtici ama, bir deve sürüsüyle karsilasiyoruz.



Göl kiyisina yakin minik Baringo köyünde birkaç fotograf çekiyoruz. Yol kenarina sagli sollu kurulu teneke binalar. Kimisi bakkal, kimisi üzerinde otel oldugu yazan tenekeden konservevari tek katli binalar, kimisi manav, kimisi terzihane, kimisi Coca-Cola deposu. Bushman N! xau'nun bir coca-cola sisesi yüzünden medeniyetle basinin nasil derde girdigini anlatan "God must be crazy" filmi geliyor aklima. Cocuklar arabaya yanasip seker, kalem istiyorlar. Digerleri ise ellerini açip para istiyor, adeta dileniyorlar. Buralari ziyaret eden beyaz insanin onlara yaptigi kötülüklerin en büyügü onlari bir çaba sarfetmeden para kazanmaya alistirmalari. Neyse biz gezimize dönelim. Kenya yol sartlarinda 3 saat 45 dakika sürüyor göl kiyisina ulasmamiz. Bir deniz motoru bizi bekliyor. Arabamizi park edip, haftasonluk esyalarimizi yanimiza alip Baringo Gölü'nün ortasindaki minik adaya dogru yola çikiyoruz. Adalar beni hep heyecanlandirmistir. Sanki anakaradan insanin ayagi kesildiginde, hele bir de uzakta bir adaya ayak basildiginda hersey uzakta kalacak ve anakaradaki problemlerden sanki insan soyutlanacakmis gibi hissederim. Bu hissiyatimda Thomas More'un Utopia adli eserinin büyük payi olsa gerek diye düsünüyorum. Gölde 13 adet irili, ufakli ada var. Haftasonumuzu gölün ortasindaki en büyük adada, adanin ortasindaki 1972 yilinda kullanima açilmis olan "Island Camp Baringo" da geçirecegiz. 15 dakika sürüyor adaya ulasmamiz. Adada bitki örtüsü akasya agaci, bol bol kaktüs ve çöl gülü adini verdikleri bir agaçtan olusuyor. Cöl gülü agacinin gövdesi ve dallari Afrika'nin meshur agaci baobabi andiriyor, ama onun minyatürü ve çiçek açani.
Koyu yesil renkli sahra çadirimiza esyalarimizi atar atmaz hemen yemege kosuyoruz. Sazdan neredeyse yerlere kadar uzanan, pirinç tarlasinda çalisan bir Cinli'nin sapkasini animsatan çatili restoranin göl manzarali masalarindan birine yerlesiyoruz. Hava çok sicak ve nemli. Catinin da hayli alçak olmasinin payi büyük restoranda buram buram terlememizde. Göl manzarasi ile masamiz arasindaki agaçlarin dallari envai çesit, rengarenk minik kusla dolu. Duvarin üzerine ekmek parçalari koyuyoruz, korkmuyor, bize hayli yaklasiyorlar. Hatta bir ara biraz abartip masanin kenarlarina ufaliyorum ekmekleri. Masamiza da misafir oluyorlar. Onlar karinlarini doyuruyor, biz de bol bol kus fotografi çekiyoruz. Yolda turist rehberi routard'dan Baringo ve Bogoria Gölleri çevresi ile ilgili okuduklarim geliyor aklima. Kitapta 1883 senesinde J.Thomson Baringo ve civarini kesfettiginde 24 saat içinde o civarda bulunan 450 kus cinsinden 300'ünü gördügü yaziyordu. Üzerinden geçen 1 yy'dan fazla zaman içinde günümüzde halen 450 kus cinsinin buralarda barindigini hiç sanmiyorum dolayisiyla J.Thomson ile bir yaris içine girme niyetinde hiç degiliz. Ama, yine de çevrede gördügümüz kus çesitliligi karsisinda sasiriyoruz. Megerse kusbilimcilerin ugrak yeriymis Baringo. "Yemek sonrasi ya 40 adim atmali ya da sirt üstü yatmali" demis atalarimiz. Bize ilk öneri daha cazip geliyor ve kampin disina kus gözlem yürüyüsüne çikiyoruz aklimizin bir kösesinde J.Thomson'un rekorunu acaba yine de kirabilir miyiz düsüncesiyle. Kampin disinda Masai ve Samburu'lularin akrabalarinin köyü var. Köyden genç bir Masai bize yol boyunca hem eslik ediyor hem de ada, çevresi, adali Masailer ile ilgili bilgiler veriyor. Masailer aslinda göçebe bir kavim, hayvancilikla ugrasiyor ve asla balik yemiyorlar. Adali Masailer ise yerlesik düzen yasiyor, balikçilikla ugrasiyor ve asla et yemiyorlar. Keçiler görüyorum etrafta, "Madem et yemiyorsunuz, neden keçi besliyorsunuz?" diye soruyorum. Keçinin eti disinda sütünden, kilindan, derisinden, vs yararlaniyorlarmis megerse. Gölde Masaili genç erkekler minik kayiklariyla kiyiya yanasiyorlar. Etiyopya, Tana Gölü'nde gördügümüz papirüsden yapilma kayiklari animsatiyor bize balikçi Masailerin kayiklari. Masaili genç kiyida duran bir kayigi alip tek eliyle havaya kaldiriyor. Bizim Masai öyle güçlü, kasli falan da degil, üflesen uçacak. Gözlerimize inanamiyoruz. Megerse kayiklarini bizim maket yapiminda kullandigimiz tropik iklimde, su kenarinda yetisen balsa agacindan yapiyorlarmis. Balsa agaci görünüste agir, ama realitede o kadar hafif ki dolayisiyla kayiklari tek elle havaya kaldirmak mümkünmüs. Bunu ögrenir ögrenmez ben de kayikla birlikte bir hatira fotografi çektiriyorum. Bir kayik insa etmeden önce kestikleri agaç dallarini uzun süre suda tutuyorlar ardindan da gerekli formu verip dallari biraraya getirip sabitliyorlar. Kayik o kadar küçük ki kürek koyacak yer yok. Onlarda çareyi ellerine palet takip, kollarini kürek olarak kullanmakta bulmuslar. Tek kisilik kayiklarla hem baliga çikiyorlar, hem ufak tefek seyleri tasiyorlar. Rehberimiz balsa kayiklarinin hizini "Öyle hizli gider ki, suaygirlarindan bile hizlidir" diyerek tanimliyor. Bu arada köye variyoruz. Köy bizim alisik oldugumuz Masai köylerinden biraz farkli. Arada tek tük saz çatili, silindir evler var, diger evler ise dikdörtgen. Ileride tenekeden yapilma kocaman konservevari bir ev var. Okul mu bu bina diyorum? Megerse 5 esli, 21 çocuklu bir 80'lik bir Masai'nin eviymis. Kamp ile Masai köyü arasinda bir insaat gözümüze çarpiyor. Bizim kaldigimiz kampin ve bu insaatin sahibi ayni Ingilizmis. Insaat bitiminde Baringo Adasi kocaman bir balik üretim çiftligine kavusacak, Ingiliz de daha bol paraya.


"Beyazlar geldiginde onlarin elinde Incil, bizimse topraklarimiz vardi. Zamanla bize gözlerimizi kapatip dua etmeyi ögrettiler. Bir süre sonra gözlerimizi açtigimizda Incil bizim elimizdeydi. Topraklarimizsa beyazlarin olmustu." diye yazmis Jomo Kenyatta, 1. Kenya Devlet Baskani kitabi Kenya Dagi'nda.




Ilk baslarda Avrupalilar (Ingilizler) Kenyalilardan maksimum 1300 hektar büyüklügünde topraklari sadece 99 yilligina kiraliyorlardi. Özünde satisti, ama adi kiralamaydi. Avrupali toprak sahipleri bununla da yetinmediler, 1915'te 99 yili 999 yila çikarttilar. Sanirim Kenyalilar o dönemde Incil ellerinde gözleri kapali dua okuyorlardi. Yerliler çiplak bölgelere sürüldüler, verimli Orta Kenya topraklari ise Avrupalilarin oldu.


Gerek Baringo Kamp, gerekse balik üretim çiftligi insaatini görünce bu tarihi detaya deyinmeden geçemedim.


Ögleden sonra 5.00'de 5 kisilik bir grup bir deniz motoruyla ada etrafinda tura çikiyoruz. Daha yeni yola cikmisken kiyida bir timsahla burun buruna geliyoruz. Bir tasin üzerinde miskin, miskin uzanmis, agzini da rüzgar yönünde açmis keyif yapiyor. Az ilerliyoruz, suaygiri grubu suya batip, batip çikiyor. Gözleri ve minik kulaklari disinda pek bir sey göremiyoruz. Halen günes hayli kizgin. Hassas derilerini suyun içinde korumaya almislar. Hele bir günes batsin mutlaka karaya çikacaklar karinlarini doyurmak üzere. Envai çesit kus görüyoruz papirüs sazliklarinin üzerine tünemis. Bol bol kus fotografi çekiyoruz. Ingilizce, Latince isimlerini söylüyor motordaki rehber ama isimlerin biri bir kulagimdan giriyor, ötekinden çikiveriyor. Arada akilimda kalanlar söyle; cormorant/karabatak, heron/balikçil, fish-eagle/balikçi kartal, vs. Balikçi kartal kiyida agacin tepesinde duruyordu. Rehberimiz bir kaç kere islik çaldi ve hemen ardindan yaninda getirdigi baligi göle firlatti. Balik denize düser düsmez agacin tepesinden süzülen balikçi kartal baliga dogru pike yapti, yakaladi ve agacina geri döndü. Bir ara bizim sahra çadirinin önünden geçiyoruz. Yanimizdan ellerinde paletler minik balsa kayiklarinda çocuklar adeta birbirleriyle yaris yaparak geçiyorlar. Kiyida fokur fokur kaynayan bir su kaynagi (kaynaç/gayzer) görüyoruz. Kaynaç (veya gayzer), düzenli veya düzensiz aralıklarla, suları yukarı doğru fışkırarak patlama yapan bir sıcak su kaynagi. Fay kaynakları volkanik ve kırıklı bölgelerde görülüyor gayzerler. Kaynak su belirli bir yerde kaynayinca (suyun isisi genelde 100 dereceyi buluyor), bir patlama yaparak disari fiskiriyor.

Kampa dönerken bakiyoruz bizim timsah pozisyon degistirmis ama halen ayni kayanin üstünde hareketsiz yatiyor. Tek gözüyle bize bakiyor, istifini hiç bozmuyor.



Sabah kahvalti akabinde komsu göl Bogoria'ya dogru yola çikiyoruz. Bogoria Gölü Bogoria Reservi'nin içinde. Kenya oturma iznimiz oldugundan kisi basi 750 Kes x 2, 250 Kes'de araba için, toplam 1.750 Kes (yaklasik 17 Euro) ödeyip reserve giris yapiyoruz. Bogoria Gölü alkali düzeyi yüksek oldugundan pembe flamingolarin favori mekani. Buna ilaveten 2 metre yükseklige kadar fiskiran gayzerleriyle de ünlü Bogoria. Yagisli sezon olmamasina ragmen bu sene Subat ayinda göl ve çevresi hayli yagis aldigindan gölün seviyesi hayli yüksekti. Buna bagli olarak da tahmin ettigimizden daha fazla pembe filamingo bizi bekliyordu. Gölün kiyilari sanki pembe renge boyanmisti. Yine bol bol fotograf çektik. Gayzerlerin etrafinda toplanmislar filamingolar isisi 100 dereceye kadar yükselen su sicakliginda nasil haslanmiyorlar acaba diye düsündük.

Basrollerini Kim Basinger ve Vincent Perez'in paylasiklari, Kuki Gallmann'in kendi gerçek yasamöyüsünü kaleme aldigi, ayni adli romanindan Columbia Pictures tarafindan sinemaya aktarilan I Dreamed of Africa filmini sanirim hepiniz duymussunuzdur. Kuki Gallmann halen Kenya'da, Bogoria civarinda Ol Ari Nyiro'da Kara Afrika ile ilgili kitaplar yazarak ve esi ile oglunun hatirasina kurdugu Gallmann Memorial Foundation'da dogal ve vahsi hayati korumak için yapilan çalismalara destek vererek yasamani sürdürmekte. Kuki su siralar National Geographic ile ortak bir kitap projesi üzerinde çalismakta.


Bu sefer vaktimiz kisitliydi, Kuki'yi ziyaret edemedik. Kuki'nin de orada oldugundan emin oldugumuz bir haftasonu sohbet amaçli Baringo ve Bogoria civarina, Ol Ari Nyiro'ya gitmek için bir bahanemiz daha var.

17.2.11

ABRSM 3. parçam - Prelude and Fugue Op.16, No.2, Clara Schumann



19. yüzyil Romantik Dönem'in önde gelen piyanist ve bestecilerinden biri Clara Joseph Wieck Schumann.
Leipzig dogumlu Clara müzige piyanist babasi Friedrich Wieck'den aldigi derslerle ilk adimini atiyor. Clara 61 yıllık konser kariyeri boyunca piyano konserlerinin format ve repertuvarında önemli değişikliklere imzasini atmis bir müzisyen. Romantik Alman besteci Robert Schumann ile 1840 tarihli evliliğinden sonra Clara Schumann adını kullanmaya basliyor, ancak evliliğinden önce Clara Wieck olarak da kayda değer bir üne sahip olan Clara'nin söhret için aslinda Robert Schumann'in soyadina hiç de ihtiyaci yok. Asik oldugu için mi evlendi Schumann ile, yoksa kariyerini mi düsündü açikçasi bilemiyor ve maalesef bu konuya açiklik getiremiyorum.

On yıl sonra besteci Schumann akıl hastalığına yakalanarak ölüyor. (Nedir bu sanatçilarin basina gelenler? Normal olsalardi, hayatlari firtinalar içinde geçmeseydi o mükemmel eserleri nasil yaratabilirlerdi ki?). Bir yandan konserler veren Clara, 1878'den 1892'ye, son nefesini verinceye kadar kadar Frankfurt yüksek konservatuvarında piyano profesörlüğü yapiyor.

14.2.11

ABRSM 2. parçam - Valse Romantique, Debussy



ABRSM ikinci sinav parçami Claude Debussy'den seçtim.

Debussy, en önemli eserlerini piyano için besteledi. Eserleriyle ve piyano çalma teknikleriyle bir devrim yaratan Debussy 20. yüzyılın en önemli Fransız bestecilerinden birisi, hatta Frederic Chopin’den bu yana piyano müziğinin en önemli bestecisi sayılıyor.

Ben elimden geleni yapacagim, umarim kemiklerin sizlamaz Debussy.

ABRSM 1. parçam - Piano Sonata in D major, K. 284 - 1st mov. Allegro, Mozart

2009 Ekim'de 5. seviye Thames University'nin LCM (London College of Music) piyano sinavina,
2010 Ekim'de de 6. seviye yine ayni okulun sinavina ve ayrica yine Ekim 2010'da ABRSM'in (The Associated Board of the Royal Schools of Music) 5. seviye teori sinavina girmistim. Simdiye kadar girdigim bu sinavlari geçtim.
*
Ancak bu sefer çitayi hayli yükselttik.
*
Önümde iki zorlu sinav daha var. Niyetim 7. seviye sinavini "S" geçip, Mayis 2012 Nairobi'deki ABRSM'in son seviyesi 8'e hazirlanmak. Vakit var gerçi ama yine de zorlu olacaga benzer.
Ha, bir de 2012 Mart'taki son seviye teori sinavini da unutmamaliyim. O da hayli zamanimi alacak.
7. seviye sinavini "S" geçiyorum sadece, 7 seviyenin teknik kismina sanki sinava girecekmis gibi hazirlanmaya basladim ile.
*
Geçen hafta sinav parçalarini seçtik benim Kenyali piyano ögretmeni, Andrew ile.
*
3 parçadan ilkini youtube'dan sizler için buldum. Digerleri de sirada...

Bakalim begenecek miniz?

Offffffff, çooookkkkk çalismam lazim, çooookkkkk.

8.2.11

Arabanin lambasi deyip geçmeyin ...

Dün araba kullanirken polis durdurdu. Arabanin dokümanlarini, benim Kenya ehliyetimi, vs kontrol ettikten sonra arabanin sag arka stop lambasinin yanmadigini söyledi. Haberim vardi aslinda da, bir süredir tembellikten degistirememistim.



"Aaaa, öyle mi? Haberim yoktu!" dedim.




Arabaya her binisimde arabanin her kösesini kontrol etmem gerekiyormus, arabaya binerken bu sefer etmemis miyim? vs gibi bir sürü sey siraladi polis ardi ardina.




"Her sefer mutlaka kontrol ederim ama bu sefer acelem vardi, kontrol etmeden çiktim yola." dedim.




"Sizi maalesef mahkemeye göndermek zorundayim, mahkemeye çikarsaniz lambayi degistirmeyi ve her sefer yola çikmadan önce aracinizi kontrol etmeyi atlamazsiniz." demez mi?




"Eyvah!" dedim.



Merakli bir insanim ama Kenya Mahkemeleriyle tanismasam da olur.




Ilk firsatta lambayi degistirecegimi söylesem de polis nuh diyor peygamber demedi. Belli ki bir seyler istiyo ama ben öyle kayit disi para vermeyi de beceremem.



"Cattik!" dedim.



Neyse sinirlerimi germeden, olanca sirinligimle ilk firsatta lambayi degistirecegimi yineledim.




"Pek kibarsiniz! Bu seferlik sizi mahkemeye yollamiyorum. Acilen lambayi degistirin." dedi ve beni serbest birakti. Kibarlik ise yaradi. Höt, zöt etsem demek yakayi kurtaramayacaktim.




Lamba mi, tabi ki bugün degistirdim :-).




Kenya gazetelerinden kisa, kisa....




  • 31 adet bos bira sisesi çalan bir kisi 2 seneligine hapis cezasi aldi.


  • Etiyopya'da üretilen chat isimli, çignediginizde kafa yapan bitki üzerinde yakalanan bir kisi ise 3 seneligine hapis cezasi aldi.


  • Ben mi? Ben bu seferlik yirttim :-).

5.2.11

"Piton de la Fournaise" eli kulaginda, patladi patlayacak...

27 Aralik 2010 - 7 Ocak 2011 arasi günleri Reunion Adasi'nda geçirdigimizi bir önceki yazilarimda detayli yazmistim. Reunion'un hemen ardindan 3 günlük Mauritius Adasi keyif gezisi


akabinde Türkiye'ye geçmistim. Esim ben Türkiye'deyken is amaçli Reunion, Mauritius ve Madagaskar Adalarinda dolasti durdu. 30 Ocak günü Nairobi'de tekrar bulustuk. Reunion'dayken benim ilgimi çekecegini düsündügü gazete kupürlerini kesip beraberinde Nairobi'ye getirmis.


Sizinle paylasmak istedigim gazete haberi su meshur, dünyanin en aktif volkanlarindan biri olan "Piton de la Fournaise" ile ilgili. "Piton de la Fournaise"in yaklasik tercümesi "Cok sicak firinin dorugu".
Piton de la Fournaise 2631 metre yüksekliginde ve 500.000 yildir aktif. 2010’da Piton de la Fournaise Ocak, Agustos, Ekim ve Aralik olmak üzere 4 kere püskürmüs. Arada sarsintilar hissedildiginden Biz oradayken Piton de la Fournaise’nin en son püskürdügü kraterine güvenlik nedeniyle trekking parkuru kapaliydi. Biz de 600 basamakla volkanin uzunca yillar boyunca sekillendirdigi ve sekillendirmeye de devam ettigi, minik kraterinin de bulundugu sirke indik. Görüntü muhtesemdi. Fonda Piton de la Fournaise, biz onun eseri üst üste lav katmanlarinin olusturdugu sirkde yürüdük. Taslasmis lavlarin üzerinde yürürken isi degisimi dolayisiyla olusmus çatlaklarin arasindan boy gösteren ciliz bitkilerin fotograflarini çektik. Piton de la Fournaise dünyadaki en aktif volkanlardan. Normalde senede 1 kere aktif hale geçerken, bu sene az önce de bahsettigim gibi 4 kere püskürmüs. Sirkdeki minik kraterin tepesine çikip etrafinda yürüyüs yaptik. Eger izin verilse Piton de la Fournaise’in tepesine yürümeyi isterdik ama ekipman olarak da hazirlikli degildik. Zira her yerde "Sayet volkanin tepesine yürüyecekseniz yaniniza kalin kiyafet, su, yiyecek, vs alin." diye yazili tabelalar vardi. Her yil tedbirsiz bir kaç doga yürüyüsçüsü sis basmasi neticesinde yolunu kaybedip, geri dönemiyor ve yanlarinda da kalin kiyafetleri ve sulari olmadigindan hayatlarini kaybediyormus. Ekipmanlarimiz da olsa güvenlik açisindan Piton de la Fournaise'e yaklasilmasina izin verilmiyordu. Cevrede konustugumuz kisiler o günlerde aktivitelerin hayli sIklastigini, bunun volkanin yeniden aktiflesecegine dair bir gösterge oldugunu belirttiler. Biz de sirkteki minik volkan kraterinin etrafinda tur atip, 600 basamagi geri tirmandik.



Simdi biraz da 22/01/2011 tarihli "Le Quitidien de la Réunion" gazetesinin "L'éruption se prépare" isimli makalesinden bahsedelim.


Makalede Piton dela Fournaise'in bilimsel açidan gözlemcisi Andrea di Muro'nun konu ile ilgili görüslerine yer verilmis. Ocak ikinci yarida volkanik bölgede sismik aktivitede artis gözlenmis. Bir hafta içinde sarsinti sayisi 60'a kadar ulasmis. Hatta bir sarsintinin siddeti Richter ölçegine göre 2.4 olarak kayitlara geçmis. Volkan bir ay içinde heran sessizligini bozabilirmis. Aktivite yine son iki aktivitenin oldugu tarafta bekleniyor. Bu da lav akisinin yine ayni yolu takip edecegi anlamina geliyor. Piton de la Fournaise 17 ve 18.yylar arasinda tam 1 yüzyil boyunca aktif kalmis ve o dönemde krater bölümünde sarimtirak renkli sürekli lavlarla beslenen dogal bir lav havuzu olusmus. Bu seferki aktivitenin bu kadar güçlü ve uzun süreli olmasi tabi ki beklenmiyor. Geçen seneki yerden lavlar kendine yol bulursa görüntü kraterin kenarindan akan kizil lavlar seklinde olacak. Lavlarin kendine yeni bir çikis yolu bulmasi durumunda ise, lavlar yillardir görülmedik bir sölenle gökyüzüne püskürecek ve sari, kirmizi renkli konferi ve sepantin edasinda yeryüzüne dogru düsecek.


Cok istiyordum Piton de la Fournaise aktifken Reunion Adsin'da bulunmayi ve helikopterle volkanin yakinlarinda uçup, lavlar havaya püskürürken Piton de la Fournaise'i fotograflamayi. Kismet degilis diyemiyorum, zira orada da olsam volkan aktifken gerek helikopterle gerek bizim minik uçak ULM ile uçusa izin verilmiyormus... Sadece özel izinle volkan aktifken civarinda uçulabiliyor. Eh, ben de profesyonellerin çekmis oldugu fotograflara bakmakla yetinirim...

3.2.11

Hold on, get down, left forward, right backward...

Nedir bu komutlar diye düsünüyorsunuz. Bu yazima baslamadan önce ben de hayli düsündüm su rafting yapmadan önce bize ögretilen komutlar neydi diye. Eh, normal hemen hatirlayamamak, rafting yapali üzerinden tam tamina 11 ay geçmis. Kenya'da senede 2 kere, yagisli sezona denk gelen Kasim, Aralik ile Mart, Nisan aylarinda rafting yapmak mümkün. Öncelikle "rafting" kelimesinin Türkçemize tercümesini kontrol ederek yazima baslamak istiyorum. Sasirtici ama "rafting" kelimesi Türkçelestirilmemis halen. Aslinda Türk Dil Kurumu'muzdan hani "Sallanan sandalye" için "Sallangaçli oturgaç" ya da "Avize" için belirledikleri "Isiltili sarkangaç" vari afilli bir sözcük veya sözcük birikintisi uydurmalarini beklerdim. Ne mesela? Sanirim "Kaydirgaçli adrenalin" uygun kaçabilirdi. Neyse belki TDK'ya önerebilirim bu Türkçelestirilmis rafting söz dizisini.

Geçen Kasim ayini kaçirdik, aslinda geçen sezon yine kurak geçti, belki de pek bir sey kaçirmadik. Umarim Mart ayi yagisi bol olur da bir kez daha kaydirgaçli adrenalin zevkine nail oluruz.
Kenya'da rafting aktiviteleri Whitewaters isimli bir firmanin elinde. Firmanin sahibi Ingilizler. Aktivite sabahi erken bir saatte bizi Nairobi'den alip Nairobi'nin kuzeyine, Tana Nehri kiyisina getirdiler. Biz mi kimleriz? Ben, esim ve Nairobi'de yasayan bir baska Türk çift. Öncelikle nehir kiyisinda kahve ve çaylarimizi yudumlarken ayilmaya çalisiyoruz. Bizden mada baska gruplar da gelmisler bu kaydirakli adrenalin aktivitesi için. Dolayisiyla üç ayri grup olusturuyoruz. Her grubun basinda whitewaters sirketinden görevli bir grup lideri var. Bu liderlerden bir tanesi hepimizi basina toplayip rafting ne menem seydir, nasil yapilir, komutlari nelerdir, neler yapilmali, neler yapilmamalidir bunlari bir bir siralarken arkadasim Nihan ile gözgöze geliyoruz. Ikimizin suratinda da kocaman bir soru isareti "Acaba vaz mi geçsek?" Hele bir de Tana nehrinde uzun yillardir suaygiri ve timsahlara rastlanmadigini, eger rastlarsak onlara hemen haber vermemiz gerektigini duyunca iyice panigimiz artiyor. Ikimizde birbirimizden sinyal bekliyoruz vazgeçmek için. Buraya kadar gelmisiz, "Pilavdan dönenin kasigi kirilsin" diyoruz ve yolumuza devam ediyoruz.
Üç ayri ekip, basimizda liderlerizle minibüse biniyor, Tana Nehri rafting baslangiç mahaline dogru yol aliyoruz. Aklimizda "hold on/tutun, get down/asagi in, left forward/sol taraf ileri, right backward/sag taraf geri, hold on, get down, vs" komutlari ve araya serpistirilmis dualarla nehir kiyisina ulasiyoruz. Bir kaç gün önce buralara hayli yagmur yagmis, yer civik civik çamur. Botlarimizi bizzat nehir kiyisina bizim tasimamiz gerekiyor. Diger gruplar kalabalik, dolayisiyla kolayca tasiyabiliyorlar botlarini. Biz iki hanim, iki bey söylene söylene, vizir vizir kaya kaya, zar zor tasiyabiliyoruz botumuzu. Aklimizda komutlar, botumuz nehir kiyisinda hazir gibiyiz. Nehir pek bir sakin görünüyor gözümüze. Ellerimizde kürekler bota biniyoruz. Nehir cosmadan önce liderimiz komutlari pesi sira siraliyor. Evet, sanirim artik pekisti komutlar. Nehirin hele o ilk azgin sulariyla basbasa kalinca can havliyle öyle de bir pekisiyor ki komutlar, artik raftingde bizim sirtimiz yere gelmez. Diger botlardan bir iki kisi azgin dalgalarla bogusurken suya düsüyor. Bizden halen suya düsen olmadi. Tam nehrin sakin bir bölümüne geliyoruz. O durumda kürek çekmeye gerek yok, nehri sagli sollu çevreleyen agaçlari ve üzerlerindeki kuslari gözlemliyoruz. Su geçirmez fotograf makinasina bol bol poz veriyoruz. Farkinda degilim diger bot bize arkamizdan sinsice yaklasmis. Birisi yelegime küregini takip beni asagiya çekiyor. Eh, Tana Nehri'nde de yüzmedim diyemem artik. Suaygirlari ve timsahlar aklima geliyor. Can havliyle bota tirmaniyorum. Liderimiz komut veriyor "hold on/tutunun". Eyvah, bu seferki düsüs hayli zorluymus. "Hold on" ardindan sagli sollu küreklere asil ve "get down/asagi in" komutunu duyar duymaz botun içine sigismaya çalisiyoruz. Tam inis ani. Dengeyi kaybetmemeliyiz. Oh, nihayet bu badireyi de atlattik. Nehir yeniden süt liman. Bir kaç basarili inisten sonra hayli tecrübe kazaniyor ve hatta biraz da havalaniyoruz. Liderimize "Aaaa, en zoru bu muydu edasiyla" bakiyoruz.
Bir ara nehrin kiyisina yanasiyoruz. Az ileride bir köprü var. Amaç o köprüye tirmanmak ve 10 metreden nehre atlamak. Köprüye çamur yamaçtan kaya kaya zor bela çikiyoruz. Köprü üstünde kiliseden dönen iki dirhem bir çekirdek Kenyalilar bizim sirilsiklam, çamur içindeki halimize bakip gülüyorlar. Eslerimiz hiç arkalarina bakmadan "cup" diye suya atliyorlar. Ben köprünün kenarina kadar çikiyorum. Ha atladim, ha atliyacagim. Yok, diyorum bir güne bu kadar adrenalin yeter. Mars mars gerisin geri nehir kiyisina iniyorum. Tekrar bottayiz. Bir kaç basarili inis daha yapiyoruz. Bitise yaklasirken eslerimiz suya atliyor ve suyun akintisiyla yola devam ediyorlar. Evet, artik karaya ayak basiyoruz. Ödülü bol salata esliginde tavuk ve et izgaralar. Öyle bir enerji sarfetmis, kurt gibi acikmisiz ki, aslinda menünün hiç de önemi yok deyip daliyoruz yemeklere.
"Hold on, get down, left forward, right backward" hazir yagisli sezona girerken acaba yine denesek mi, ne dersiniz Turkish Team?

1.2.11

Tropikal bir adada farklı kültürlerin ahenkini deneyimlemek için haydi Mauritius’a...

Hint Okyanusu’ndaki adalar arasında en gelişmiş ve sanayileşmiş, dünyanın önde gelen şeker üreticilerinden biri olan Mauritius’dayiz (Moris Adasi). 2010 Haziran ayinda Mauritius’da kisa bir süre kalmis, krater gölü, bassehri Port Louis ve Pamplemousse Botanik bahçesi basta olmak üzere gezmis ve bu gezimizi Haritada minicik bir nokta - Mauritius Adasi yazimda yazmistim.


Benim hayallerimin Mauritius’u bembeyaz kum sahilli, palmiye agaçlarinin gölgesinde elimde tropikal meyve kokteylini yudumlayacagim, ayni zamanda turkuaz renkli denizin sahile vuran dalga sesleri esliginde bambaska, belki de bir sonraki seyahatimizle ilgili hayallere dalacagim tropik bir adaydi. Gölgede hayal kurmaktan bunaldigimda günesten faydalanacak, mercan kayaliklarinda denizin dibini kesfedecektim utopik ada Mauritius’da.



Havaalanindan çikar çikmaz hayalimdeki o toz pembe Mauritius’dan adanin gerçeklerine hizli bir geçis yapiyoruz. Bir taksiye binip, adanin bati yakasina, otelimizin bulundugu Flic en Flac sahiline dogru yola koyuluyoruz. Yol boyunca sagli sollu seker kamisi tarlalarinin arasindan geçiyoruz. Deniz bu seker kamisi püzküllerinin arasindan arada yüzünü gösteriyor. Mauritius’da insanlar geçimini seker ihracati, tekstil ve turizmden sagliyorlar. Seker kamisi tarlalari bitiminde yerlesim alanlari basliyor. Ilk olarak çarpik yapilasma insanin gözüne çarpiyor. Hele bir de bu binalara genis otobanlar, fabrikalar ve çesitli sanayi kuruluslari eklendiginde insan “Ne hayal ettim, ne buldum?” diye düsünmeden edemiyor. Havaalani ile otel arasi adeta hayal kirikligi. “Bu muydu benim hayalimde yasattigim tropik ada?” diye düsünüyorsunuz bizim laz mütahitlerin elinden çikmis gibi görünen binalar karsinizda boy gösterince. Yogun trafik ve çarpik yapilasma bizi hayal kirikligina ugratsa da yüzümüze çarpan o tropikal iklimin sicakligi halen bize hos, hayallerimize yakin bir tatil yapacagimizi kulagimiza fisildiyor. Halen umutluyuz. Otobandan ayrilip tali yollara sapiyor ve Mauritius’un degisik yüzüyle karsilasiyoruz. O bahsettigim laz mütahitlerin elinden çikmis izlenimi veren minik evlerin önünde sarili Hintli kadinlar, evlerin aralarinda minik bakkallar, Hintçe yazili tabelalar. Adeta Hindistan’dayiz. Hindistan da en çok görmeyi arzuladigim ülkelerden biri. Hindistan'a gitmeden Hindistan'i yasamak, hatta bir tasla iki kus vurmak. Neden olmasin?



Ada kültürel açidan çok renkli. Fransiz koloni zamaninda Fransiz ve Afrika kültürlerinin harmanlanmasiyla olusan “creole” dili, kültürü ve mutfagi halen geçerli. Bu renkli kültüre esir ticareti sirasinda adaya gelmis ve yerlesmis Hintliler, Cinliler ve Ingiliz kolonizasyon zamanindan adada kalmis insanlarin mükemmel uyumu ekleniyor.



Ada özgürlügüne kavustugu 1968 yilina kadar sirasiyla Portekizliler, Hollandalilar, Fransizlar ve son olarak da Ingilizlerin sömürgesi olmus. 1.2 milyonluk nüfusun % 68′ini Hintli, % 27′si creole, % 3′ü Çinli ve %2′sini ekonomiyi elinde tutan Fransız ve İngilizler oluşturuyor. Koloni zamanindan en çok iz birakan ise Fransizlar. Günümüzde gerek televizyon programlari, gerek gazeteleri Fransizca olarak nesrediliyor. Egitim Fransizca, dolayisiyla sokaktaki insanla rahatça Fransizca konusabiliyorsunuz.



Mauritius, Hint Okyanusu’ndaki diger adalara, Madagaskar, Reunion ve Seychelles adalarina göre turistlere sundugu en lüksünden en mütevazisina, her keseye uygun genis konaklama yelpazesi ile farkli konumunu koruyor.



Adanın doğu kısmı rüzgarlara maruz oldugundan, tatilimiz için bu sefer bati kismini, Flic en Flac sahilini tercih ediyoruz. Deniz tatili ve adayi çepeçevre çevreleyen mercan adaciklarina tüplü dalis yapmak için Flic en Flac disinda adanin bati ve kuzey kisminda Trou aux Biches, ve Grand Baie diger tercih edilen koylar.



Biz bu arada Flic en Flac koyundaki otelimize yerlesiyoruz. Odamiz düz ayak. Terasimizin önünde beyaz pudravari uzanan bir kumsal ve fonda uçsuz bucaksiz Hint Okyanusu. Bu manzara havaalani ile otel arasi ada ile ilgili edindigimiz tüm negatif izlenimleri silip süpürüyor. Adayi iliklerimizde hissetmek için hemen mayolarimizi giyip denize kosuyoruz. Iste rüyalarimizdaki tatil basladi.




Otel tanitim kilavuzunda degisik aktiviteler gözümüze çarpiyor. Bunlardan biri «Deniz dibinde yürüyüş» Bu aktivitede kafanıza geçireceginiz dev bir “kavanoz” ile mercan kayalıklarında rehber eşliğinde yürüyebilir, akvaryumvari denizin dibinde belgesellerde seyrettiginiz balıklara tanık olabilirsiniz. Diger bir aktivite ise «Yunus balıklarıyla yüzmek». Insan dostu yunus baliklari sahile o kadar yakin yüzüyorlar ki eger denk gelebilirseniz onlarla yüzüp, fotograflarini çekebilirsiniz. Biz denk gelemedik, o ayri konu.



Biz ne kafamiza kavanoz takip mercan kayaliklarina gidiyoruz ne de yunuslara denk geliyoruz. Yok hayir tabiki kendimizi kizgin günese birakip, sahilde tembel tembel yatmiyoruz. Ikimizin de “Padi Open Water Diver Certificate” / Padi Açik Deniz Dalis Sertifikasi var. Gerçi en son dalisimi 8 sene önce Izmir'imin güzel beldesi Cesme’de yaptigimi hatirlayip biraz ürperiyorum. Esimin de en son dalis tecrübesi 7 sene önce Güney Kibris’da. Dalis okulunda önce ekipmanlarla basa çikmayi hatirliyoruz. Ekipmanlari hazirladiktan sonra deniz dibinde maske takip çikartma, tüpteki hava tükenirse body’nin regülatöründen çimlenme, tüple birlikte yelegi deniz dibinde çikartip tekrar giyme, deniz yüzünde onca agirlikla yüzer hale gelmeyi yillar sonra tekrar tecrübe edip, unuttuklarimizi hatirliyoruz. Haziriz ve teknede dalis mekanina dogru yol aliyoruz. Esimin de benim de ayri bodysi var. Ikisinin de kolunda dalis bilgisayarini görüp huzurla dalisa geçiyoruz. Hint Okyanusu’nun dibi adayi çepeçevre saran mercan kayaliklari ve o kayaliklari mesken edinmis rengarenk baliklariyla yüzeyinden çok daha güzel. Deniz dibi fotograf makinamizi yanimiza almiyoruz, zira makinanin dalis kapasitesi max 10 metre. Eh, biz de snorkelle bir kez daha dalar ve o zaman çekeriz deniz dibi fotolarimizi diye karar veriyoruz. Derine dalarken sürekli tikanan kulaklarimizi gerek burnumuzdan hava vererek gerekse yutkunarak esitliyoruz. Dalisin ilk 10 dakikasinda biran önce su yüzüne çikmak istiyorum. Sanki ufak bir klostrofobi yasiyorum. Kendi kendimi « Geçecek, biraz daha sabredersen rahatlayacak, alisacaksin. Hatirlamiyor musun 8 sene evvel nasil da rahattin dalis esnasinda ? Biraz sabir, biraz sabir ! diyerek ve de sürüler halinde önümden geçit yapan rengarenk balıklara dikkatimi vererek rahatlatiyorum. Mauritius'un deniz dibi envai çesit baliklari, mercan adaciklariyla öyle büyüleyici ki klostrofobimi kisa sürede unutup 47 dakika kadar, tüpteki havam elverdigince keyfini sürüyorum bu güzelliklerin.





Eğer dalmaktan hoşlanmıyorsanız bu işi şnorkelle de yapabilirsiniz. Ertesi gün bir de snorkelle daliyoruz. Deniz dibinde ilk karsimiza çikanlar Hinduizm dininin koruyucusu ve bekçisi Ganeşa. Seremoniyle denize biraktiklari Ganesa heykellerine dalan Hindular Ganesa’ya bagliliklarini ve samimiyetlerini gösteriyorlar. Ganeşa'ya ibadet etmeden onun "dostlugunu" kazanmadan Hindu olmak mümkün degilmis megerse. Biz de Ganesa’yi selamliyor, fotografalarini çekip mercan adaciklarina dogru yolumuza devam ediyoruz. Sabah kahvaltisi sirasinda cebimize attigimiz ekmek dilimleri sayesinde baliklarla samimiyeti hayli ilerletiyoruz.






Aksam yemegi sonrasi aktivitemiz Séga.



Séga tipik yerli adalı danslarının Mauritius versiyonu. Esirlerin akşam eğlenmek ve aralarındaki dil engelini aşmak için başlattıkları bu dans zaman içinde geleneksellesmis. Adada bu dansla her yerde karsilasabiliyorsunuz. Günümüzde daha çok turistik amaç ile sergilenen dans, güneş batımında ya da yemek sonrasi kumsalda yakılan ateş etrafında yapılıyor. İyi bir sega dansçısı olmak hayli zor. Vücudunuzun üst kismini hiç oynatmadan bel ve kalçanizi müzigin kivrak ritmine bırakmaniz ve “plus bas, plus bas” diye bagirdiklarinda yavas yavas egilmeniz gerekiyor. Deniyorum ama nafile…



Mauritius mutfagi da insani gibi bir çok kültürün güzel bir sentezi. Capatiler (dürüm benzeri Hint ekmegi) esliginde yenen bol curryli Hint yemekleri adanin sembollerinden biri palmiye agaçlarinin kalbi ile birlesince ortaya enteresan bir karisim çikiyor. Sahilde turistleri günes isinlarindan koruyan bol fonksiyonlu palmiyelerin dallarini kesip beyaz kismina kadar soyuyorlar. Salatasi yapilan palmiye kalbi yemeklere de ayri lezzet katiyor. Ayni tabakta bir çok kültürün lezzetini bir arada tadabiliyorsunuz. Creole usulü pisirilen deniz mahsulleri ile Hint usulu mercimek ve Cin usulü pisirilmis sebzeli pilav ada halki gibi birbiriyle uyum içinde.



Mauritius, kafanizi dinlemek, deniz tatili yapmak ve değişik mutfakları keşfetmek için çok uygun. Ancak adanin en cazip tarafi sahilleri ve dalmayi seviyorsaniz deniz dibi. Eğer tatul için tercihiniz el değmemiş bir doğa ve bakir bir ada ise o zaman komşu ada Seychelles’e gitmeniz daha uygun olabilir.



Ben hepsinden biraz istiyorum, hem tüple dalis yapayim, helikopter ya da ULM ile ada üstünde uçayim, paratante da ilginç, denizden bunaldigimda volkanik daglar etrafinda trekking yapmak da ilginizi çekiyorsa o zaman da tercihinizi komsu ada Reunion’dan yana kullanmanızı tavsiye ederim. Detay bilgi için Kusbakisi Reunion ve Reunion Adasi yazilarima bakiniz.





İngiliz yazar Thomas More’un 16. yy başlarında kaleme aldığı ütopik ada Utopia ile her ne kadar yakından ve uzaktan ilintisi olmasa da tropikal bir adada farklı kültürlerin mükemmel ahenkini deneyimlemek için haydi Mauritius’a...